hayat

15 Ocak 2009 Perşembe - - 0 Comments

bayrak yarışı resmen. nesilden nesile hep aynı şeyler. bizim bıraktığımız yerde yeni gelenler başlıyor. aynı yerlerden geçtiklerini görüyoruz, aynı tümseklerde takılıyorlar. ses etmiyoruz, daha dikkatli olmayı öğrensinler düşe kalka diye. biliyoruz ki pes etmeyecekler ve bayraklarını bir sonrakine devredecekler.
bazen de bir duvar saati gibi. yavaş yavaş ilerliyor, yirmi dört kez rakamların üzerinde duruyoruz bir gün içerisinde. iki kez aynı şeyi yapıyor, yine başladığımız yere dönüyoruz. akrep mi, yelkovan mı? anlaması pek de güç değil.
bazense bir makinenin dişlisi gibiyiz. bir başka dişli bizi hareket ettirmezse sabitiz. döngü nerde başlıyor, enerji nereden geliyor belli değil.
kulağımıza bir şeyler fısıldanıyor. sonra öbür kulaktan çıkıyor. insanız, ne hissedersek onu düşünüyor ve düşündüğümüzü yapıyoruz. mantığa bu yüzden inanmıyorum, mantıklı gelen her şey sonuç olarak istediğimize çıkıyor.
kurallarla yaşayıp, kuralları çiğneyerek zevk alıyoruz. güzel gelen ne varsa yasaklanmış, elden bir şey gelmez.
peki kim kural koyuyor? tanrı mı? hiç sanmıyorum.
peki kim kendi kurallarını koyuyor? parmak kaldırsın. seviyorum onları.

kaybetmek

8 Ocak 2009 Perşembe - - 6 Comments

doldurun kadehlerinizi! ben geldim. içmemiz gerekiyor, yarın uyandığımızda dünümüzü hatırlamayacak kadar içmemiz... sonra gülümsemeliyiz, hiçbir şey yapmamışcasına! kötü düşüncelerle alkası yok bunun. suç da değil. benim meselem hatırlamakla. dünün içinden çıkamayanlarla. yarını düşünenlerle. doldurun kadehlerinizi! ben sizin kadehinizdeyim şimdi. ilk yudumdur hatırlanan ve son yudumdur damakta kalan. nasıl? beğendiniz mi ilk yudumunuzu. öyleyse şimdi başlayın kadehi bitirmeye, bırakın kadehin içindeki düşüncelerinizde dolansın. siz yarın hiçbir şey hatırlamayın.
kızgın mıyım? hayır, lütfen öyle düşünmeyin. olumsuz yöne çekilecek hiçbir his barınmıyor şimdilerde bende. iyi mi bu? hiçbir zaman iyi olduğunu söylemedim ki. yine duyamayacaksınız bunu benden. çünkü bilirim; hep iyi düşüncelere sahip bir insan bulursanız, emin olabilirsiniz ki o insan dünyanın en mutsuz insanıdır. neden mi? çünkü farkında değildir kötülüklerin ve bilinçsizce iyi düşüncelerle donatılmıştır. yediği kazıklara bile güler, inanır her söylenene. onun beyni kötülük diye bir kavramı tanımaz, bu nedenle kötüyü de iyi sanar. mutsuzdur, mutsuzluğu da bilemez ve karnındaki sancıyı bile heyecanından sanar. oysa kalbindeki çarpıntının nefessizlikle alakalı olduğu gün ışığı gibi kesindir.
ben şimdi nerede miyim? her zaman olduğum yerde. parmaklarım, düşüncelerim, gözlerim ve tabii ki kelimelerimi üreten ruhum aynı yerde. sabit bir dünya yaratmayı isteyip durduğumu biliyorum, bu yüzden değişkenim ve bu yüzden hareket ediyorum. yavaş yavaş, çok ağır adımlarla. her gün aynı yerlerde dolanıyorum. tıpkı dünya gibi. eğer dünyadan sabit olmasını isteyecekseniz, onun dansına ayak uydurmanız gerekir. o durmaz, ben de onun ritmine göre hareket edersem işte o zaman sabitleşebilirim. bir arabanın içinde giderken dikkat edin, eğer aynı hızda gittiğiniz bir başka araba varsa size duruyor gibi gelecektir.
henüz sarhoş olmadınız, alkol oranım sizi etkileyecek kadar çok değil. ben sadece ortamı güzelleştirmeye çalışıyorum şimdi, bazen güzel bir ortamda su içerek bile sarhoş olmaz mıyız hepimiz?
insanlar kaybediyor. her kaybettiği bir ders oluyor ve bir sonrakinde farklı bir nedenden kaybediyor. sanırım sahip olduğumuz en masrafsız eğitim budur. yine de kaybederiz ama kaybetmekten bıkmayız asla. yine kaybedeceğimizi bile bile oyunlar oynarız. bana sonu olmayan bir tek şey gösterebilir misiniz? işte bu yüzden mutsuzluktur en güzel oyun. kaybettiğimizde en çok sevindiğimizdir.
ben mutsuzluğumu da kaybettim bugün. duyduğum melodileri de, duyamayacağım onlarca melodiyi düşünerek. her şeye sahip olamıyoruz, bu nedenle vazgeçtim elimdekilerden. bir insan sonu olduğunu bile bile mutlu oluyorsa eğer, durup düşünmeli ve sonunda gelecek olan durgunluğu ya da mutsuzluğu da sevebilmeli. çünkü her biten oyun yeni oyunların habercisidir. bilirsiniz ki birçok defa daha oynayıp kaybedicez. öyleyse kazanan kim? bilmiyorsunuz aslında, kazanan yok. tanrı bile hergün kaybediyor. hem de bizden çok. onun yenildiği kim öyleyse?
başıboş görünen sokakların bile bir galibi var aslında. gece olsa bile sokak kedileri belki de, ya da yarasalar. belki sadece kaldırımları vardır. kaldırımsız kalacak kadar yenik bir sokak görseniz bile orada sadece karanlık olduğunu bilirsiniz ve karanlığın kazandığını ilan edebilirsiniz. yalnızlık diye bir şey yok, sadece sana benzeyenlerden kaçmaktır yalnızlık. kaçabilmektir belki de, kaybetmelerin güzelliklerindendir. arkadaşlarınız olunca çünkü yanınızda, onları kaybetmek daha kötüdür, bu yüzden hiçbirimiz arkadaşlarımızı kendimizden öteye koyamayız. ailemiz mi? onları bile! aksini düşünen varsa sadece kendini kandırır. çünkü o yalnızken bile kendi nefesiyle yüzleşmek zorunda olduğunu bilemez.
hayır, hiçbir arkadaşımı kaybetmedim bugünlerde. aksine onları kazanmak için çabalıyorum. daha fazla sevmek, sevilmek. onları bir daha asla kaybetmemecesine kazansam bile ölümün kazanacağını biliyorum en sonunda. bu nedenle yine kaybetmeye teslim oluyorum, onun üstünlüğünü en başından kabulleniyorum. öyleyse bile bile mi mutluyum ben? farkında mıyım? hayır bu da değil. çünkü farkındalık; asla heyecanı olmayan bir oyundur. nereye gittiğinizi bilir, bazen buna engel olur bazense sadece sürüklenirsiniz. farkındaysanız eğer, tanrının kaybedişi gibi bir şeydir sizin kaybedişiniz. en kötü ihtimalle; kazanmayı kaybedersiniz. tıpkı kendi yazdığınız bir bilgisayar oyununu oynamak, ya da senaryosunu yazdığınız bir filmi izlemek gibi. bunlar kazanılamaz, çünkü biraz sonra ne olacağının farkındasınızdır, bunu en iyi siz bilirsiniz. yarını bilenlerden olmayı asla sevemedim. bildiğim şeylerle ilgilenmedim bu yüzden. sadece düşünmek benimkisi, olasıkları gözden geçirip kaybedeceğimi bilmek. kaybetmeyi sevmek. inanın bana, hepiniz kaybetmeye olan aşkınız sayesinde seviyorsunuz sevdiğiniz her şeyi. teker teker, bütün sevgilerimiz kaybetmeye olan esirliğimiz sayesinde varlar. bana kaybetmekten korkmadığınız bir saniye söyleyin. gerçekten korkmamak! yalnızlığı seven insan bile yalnızlığını kaybetmekten korkar.
yapmayın, asmayın suratlarınızı. biliyorum hepinizin suratı asık. bana hak verdiğinizden ya da bana katılmadığınızdan dolayı. iki sonuçta da asıyorsunuz suratlarınızı. tıpkı kaybetmeyi bazen kazanmak olarak nitelendirdiğiniz gibi. şimdi kaybettiğinizi ya da kazandığınızı söylüyorsunuz. ya da oyunuma hiçbir zaman dahil olmadığınızı veya olmayacağınızı. bense biliyorum ki sizin de bir oyununuz var ve o oyun bittiğinde mutlu da olsanız bir şeyleri kaybetmiş olacaksınız. mutsuzluğu kaybetmek kavramını hatırlayın. beni yenemezsiniz, çünkü ben kaybedebilmeyi kazandım bugün. hem de hiçbir şeyi kaybetmediğim bir günde. ne kadar garip değil mi? biliyorum, yarın kaybetmeyi de kaybedicem. çünkü hayatımda belki de ilk defa; ben bugün kazanmış hissediyorum.
şimdi açın gözlerinizi. uyanın yeni bir güne. damağınızda bir süre sadece durup, düşünüp; hayattan bilmemkaç saniye kaybetmenin tadı var. son yudumumun tadı. kaybetmeyi içtiniz bugün.

anneannem

4 Ocak 2009 Pazar - - 4 Comments

uzun zamandır yazmak istediğim biri anneannem. gençliği hakkında çok detaylı bilgim olmasa da, zor bir hayat yaşadığını biliyorum. sekiz çocuk doğurmuş; dört erkek dört kız. ayrıca dedemin başka bir kadından bir oğlu olmuş ve onu da bağrına basmış. böylesine güçlü bir kadın. okuma yazma bile öğrenememiş, eğitim alamamış ama kendini çok iyi eğitmiş biri. dedem öldüğünde, en küçük çocuk olan annem yedi yaşındaymış. pek hatırlamaz annem dedemi. anneannemin ona nasıl hem annelik hem de babalık yaptığını anlatır hep. benim içinse o, asıl annedir. ben on civarı bir yaşa gelene kadar annem çalıştığı için anneannem baktı bana. emeği geçen çok önemli birkaç kişi daha var ama anneannem apayrıdır. bir keresinde şöyle bir cümle kurmuştu; "sekiz, hatta dokuz çocuğum oldu. onlarca torunum var ama fırat benim için bambaşka. en çok onu severim." işte böyle bir sevgi. annem bana ne zaman kızsa, anneannem ağlardı yerime. belki de bu yüzden ağlamayı öğrenememiştim ben.
1 Ocak 2001... anneannemi cennete uğurladık. ağlamamıştım yine de, güçlü duruyor ve o yaşımda boyumun yettiği her işe koşturuyordum cenaze evinde. ta ki 4 Ocak 2001'e kadar. içimde dolup taşan bir şeyler vardı, bir daha onu göremeyecek olmak. işte asıl an buydu, sanki bir yerlere gitmiş geri gelecek gibi gelmişti o ana kadar. bir daha onu göremeyecek, sarılıp öpemeyecek olduğumu anladığım anda döküldü gözümden seller. annem yanımdaydı, güçlü duruyordu. sarıldık, dakikalarca ağladık birlikte. gecesinde rüyamda gördüm onu. hiç konuşmadı, sadece bakıyordu bana. her zaman baktığı gibi; hayranlıkla. gözlerinde bir parıltı ile, ışık saçarak ve gülümseyerek. bense haykırıyordum, koşup sarıldım. kokusunu içime çektim, ilk defa onun karşısında ağlıyordum bebekliğimden sonra. aklımda onun söylediği o kadar çok cümle var ki... hayatımın her anında onun öğütlerinden yararlanıyor olmak bana her defasında onun ne kadar bilge bir kadın olduğunu anlatır. onu öyle güzel dinliyormuşum ki; benim hayatta inandığım şeylerin neredeyse hepsi onun inandığı şeyler. onun sözleri bana her zaman doğru gelirdi. doğrulardı da, saf bir şekilde hayatı anlatırlardı. dinine düşkün biriydi, hacıydı. inançları öyle kuvvetliydi ki; onun yanında tanrının güvenini hissedebilirdiniz. söylediği başka bir şey geldi aklıma uyandığımda; eğer ölen birini rüyanda görürsen ve o hiç konuşmazsa, gerçekten o seni görmeye gelmiş demektir. durgun bir şekilde uyanmış olmama rağmen tekrar başladım ağlamaya. 4 Ocak'tı, bugün gibi.
çok özlüyorum anneanne. bayramda mezarına geldiğimde, oraya her gelişimde olduğu gibi yine boğazımda düğümlendi içimdeki özlem. acıttı boğazımı, gözlerimi kıstım da duruldum. yine içimden konuştum seninle, sular döktüm; çiçekler ektim. teyzem vardı yanımızda, almanya'dan gelmişti bayram için. o yine ağladı, annem yine güçlü durmaya çalıştı kızarmış gözleriyle. benim gibi; yine karşında ağlamadı kızın. kendine benzettiğin, şımarttığın o güzel kızın... mermerleri sevdik, sanki tenine dokunur gibi. toprağına sürdüm elimi, saçını okşar gibi. hiçkimse senin kadar içten değil be anneanne. senin sıcaklığın öyle güzeldi ki; şimdi hiçkimse sıcak gelmiyor. ne doğru düzgün dostluklar kurabiliyorum, ne de akrabalarımla aramı iyi edebiliyorum. çok özledim. beni izlediğini düşünüyorum hep, izliyorsundur da. sen asla yalnız bırakmazsın ki beni; bırakamazsın. yine sen koruyorsun kötülüklerden beni, biliyorum. hissediyorum. sekiz yıl sensiz, yine de seninle geçti. asla unutmadım sözlerini, bana verdiğin dersleri. küçücük halimle, bana kocaman bir adam gibi davrandınız annem ve babamla birlikte. işte şimdi yirmi iki yaşında kocaman bir adamım gerçekten. bende değişen bir şey yok. sadece içimde, haddinden fazla bir özlem var. bütün dertlerimi unutabileceğim, dizinde uyuyabileceğim sen yoksun diye. inan kırk yaşıma da gelsem ve sen olsan, ben yine o adam yerine koyduğun bebek olur ve uyurdum dizlerinde. bana en çok huzur veren yerde.
4 Ocak bugün anneanne. sekiz yıl sonra; yalvarıyorum yine gel. bir kez daha sarılayım sana. doyamadan, kısacık bir huzur. çok özledim anneanne. unutmadım; ne kokunu, ne de gözlerindeki sevgiyi.
yalvarıyorum yine gel!